Blogumda yaşadıklarımı, gezilerimden notlarımı, 34 yıldır kurumsal hayatın öğrettiklerini, katıldığım seminerleri, alışveriş adreslerimi, sağlıklı bir hayat için öğrendiklerimi, kızlarım için sakladığım tariflerimi, el emeği çinilerimi... Kısacası hayatımdan aktarmak istediğim tüm deneyimleri paylaşıyor, paylaştıkça çoğalmaya inanıyorum...
Paris'de Yapılacaklar Top 10
Bağlantıyı al
Facebook
X
Pinterest
E-posta
Diğer Uygulamalar
Paris'den bunları yapmadan dönmeyiniz
Bahar tam Paris zamanıdır değil mi? Paris’e her gidişim kızımın üç yıldır orada yaşaması ve
bana özel programlar planlaması sayesinde harika anılarla dolu dolu geçiyor. Parizyen
yaşantıyı giderek benimsiyorum. Bu sefer on gün kalınca çok fazla yer gördüm, en
beğendiklerimi sizler için listeledim. Artık iyice Paris'e hakimim diyebilirim, ayak basmadığım bölge kalmadı.
Eğer ilk kez gidiyorsunuz klasikler için önce buraya tıklayın, Paris’te öncelikle yapılması gerekenlerine bir göz atın isterseniz....
Buyurunuz biraz sanat ağırlıklı gezmelerimizden sizlere önerilerim. Öncelikle telefonunuza citymapper aplikasyonu yükleyin, adım adım sokaklar, metro vs. bağlantıları ile sizi kestirmeden hedefe götürüyor.
1. Cafe Angelina – ünlü Mont Blanc
kestane pastasını yemek için bu cafeyi birinci sıraya koyuyorum, o derece ölmeden yenilmesi gereken bir pasta ve aynı zamanda gerçek çikolatadan yapılan sıcak
çikolatası ile ünlü bu cafe, lütfen gidin. Lafayette alış veriş merkezinin içinde giriş katında bir
köşede var,Louvre Müzesinin içinde var.
Jardin
de Luxembourg ve Rue Rivoli şubeleri özellikle güzel. Pastane konusundayken bir de Ladurée'de değil lütfen asıl Pierre Hermé'de macaron yiyin daha güzel bence. Marais'de var, Champs-Élysées'de var. Fransız fırınları meşhur biliyorsunuz. Lütfen Paul görünce bildik diye atlamayın, gerçek lezzet arıyorsanız mutlaka küçük semt fırınlarından alış veriş edin. Paul zinciri onlar için bizim simit sarayları gibiymiş. Hangi fırın iyi onu da şöyle anlıyorum bazıları boş, bazılarında hep kuyruk:)
Mont Blanc kestane pastasını seviyorsanız Cafe Angelina'da mutlaka yiyiniz
2.Louvre Müzesi – nihayet üçüncü
gidişimde içine girebildim, çok etkilendim. Cuma günleri gece
22.00’ye kadar açık. Cuma gitmenizi tavsiye ederim zaten bir günde herşeyi gördüm demek mümkün değil. Bahçesini ayrı bir gelişimde
gezmiştim, bu sefer metrodan Louvre Müze durağından direkt içeri girdim. Bahçe ayrı, piramidin içi dışı ayrı, bina ayrı
güzel. Doğru vestiyer dolaplara gidip montumu, çantamı bıraktım yüksüz keyifle
gezdim. Ama tavsiyem siz üzerinize bir şey alın, taş binalar bayağı serindi. Paris’de gördüğüm ıvır zıvır küçük
şeyler için en kaliteli hediyelik dükkanlar da müze metro durağındakilerdi.
Louvre Müze bahçesi
Milo Venüsü
Napolyon'un sarayı sofrası şatafatı hemen fark ediliyor
Tarihte de bazı kadınlar sinsirellaymış
Apolla heykelleri biri Italya biri Smyrna, Türkiye'den gelmiş
3. Pompidou
Müzesi – Binası bana antipatik gelir, çekmezdi. Uzun
kuyrukları bu sefer kızımın ev arkadaşının müze kartıyla aştım hem de üç ayrı sergiye denk geldim, çok farklı ve etkileyiciydi. Cesar sergisi harikaydı, müzeden çıkmak istemedim
gün akşam oldu, kızım işten geldi katıldı beraber bitirdik. Her katı ayrı güzel, gezmesi rahat. En üst kattan Paris manzarası Sacre Coeur'den daha etkileyiciydi. Modern sanata ilginiz varsa
mutlaka kuyrukta beklemeye değer, içerisi o kadar ferah ki kalabalığı hissetmiyorsunuz.
Centre Pompidou
Centre Pompidou - Cesar Sergisi
Centre Pompidou - Jim Dine Sergisi
Jim Dine tablosu
Mario Tozzi tablosu
Centre Pompidou
4. Modern Sanat Müzesi – beni canlı renkli modern resimler çok cezbediyor, girişteki bu dev Robert Delaunay eserlerinin önünde çakıldım kaldım, içim açıldı ayrılamadım. Müze gezmeyi, sanatı takip etmeyi sevenlerdenseniz kaçırmayın. Bir de dönem sergileri oluyor onu da aradan çıkarın.
City of Paris Museum of Modern Art - Robert Dalaunay
City of Paris Museum of Modern Art - Robert Dalaunay
Paris Modern Sanat Müzesi
City of Paris Museum of Modern Art - Robert Dalaunay
Paris Modern Sanat Müzesi
5. Picasso Müzesi – bir akşam üstü
Marais’deyken aradan çıkaralım diyip şansımızı denedik, meğer 5 den sonra giriş
ucuzluyormuş, iyi de oldu 1-1,5 saatte bitirilebilecek küçük bir müze.
Picasso’nun eserlerini Mart sonu dışarıda lapa lapa kar yağarken gezdik.
Picasso Eserleri
işte kendime idol aldığım hanım, bastonlu, elindeki büyüteçle her resmin yazısını tek tek okudu
Paul en Pierrot
Picasso'yu tez olarak incelemek isterdim
6. Louis
Vuitton Foundation -Fransa'nın en zengini LVMH grubunun sahibi Bernard Arnault'un Paris'e harika bir hizmeti olmuş burası. Konserler, sergilerle çekim alanı olmuş Mimar Frank Ghery'nin imza attığı bu kültür ve sanat merkezi, gurur abidesi, Paris'e çok yakışmış. Şehrin en elit, en zenginlerinin oturma
bölgesinde yaptırıp şehre armağan ettiği müze binayı yine çok karlı bir günde
gezdik. Momma sergisini kaçırmak üzücüydü ama gemi şeklindeki binayı merak ediyordum yine de gittik.
Sergi olduğu zaman çok kalabalık hele cafede yer bulmak imkansızmış. Biz
kızımla hem gayet ferah binayı gezdik hem de yüksek camlı cafeden ormana yağan karı seyretme keyfinin tadını uzun
uzun çıkardık. Gitmek için Les Sablons metro
durağında inerek epey yürüdük. Paris'in en pahalı evlerinin olduğu sokaklardan geçerek Boulogne ormanında yürümek de keyifliydi.
Ama bir shuttle hizmeti varmış, çıkışta kar bastırınca araca binerek Arc
de Triomphe önünde indik. Herhalde müzeye gidiş de vardır aynı duraktan, gitmeden web sayfasına bakınız.
Louis Vuitton Foundation
Add caption
Cafe Louis Vuitton Foundation
7. Gelelim yeme içme tavsiyelerime.
Şehirdeki en iyi raklet restaurantı Le Chalet Savoyard imiş gittik tabii.
Raklet yiyecekseniz önceden rezervasyon yaparak burada mutlaka yemenizi tavsiye ederim. Turistik, bilinen bir yer ama çok memnun ayrıldık.
Raklet adresi burası
3 kişi için masaya gelen rakletimiz
gençlerle her yer neşeli, keyifli
8. 20 yıldır görmediğim eski iş
arkadaşım ile sözleştik, ben pek çıkmıyorum kızın daha iyi bilir benden dedi, eşi Fransız, ben siz
nereye gidiyorsanız, tipik lokal bir yere gidelim dedim. Gelin bizim mahallede tipik bir bistro var
Paul Bert’e gidelim dedi. "Türkler gelince illa Le Relais de l'Entrecote'a giderler ama burası daha iyidir, bilmezler" dedi. Bayıldım bu bistroya. Nation metro durağında inerek biraz yürüyüp
küçük bir sokağa girdik, sokağın adı da Paul Bert No. 18 Tel 0033143722401 . Tıklım tıklım dolu, sokaktaki diğer lokantalar bomboştu. Aynı sokakta balık lokantaları da varmış, siz No. 18'e rezervasyon yapacaksınız, kontrol edin lütfen. Lokantada sağımız solumuz Amerikalı ile doluydu, nereden bulmuşlar burayı diye şaşırdım. Menüyü bir tahtaya yazmışlar masaya getirip seçenekleri anlatıyor garson. Güzel bir antrikot yedik, 3 kişi bir şişe iyice bir şarapla, ortaya bir
tatlıyı bölüştük, hesap 150 € geldi. Ertesi hafta Hürriyet’te Vedat Milor’un
Paris’te en lezzetli Bistrolar arasında birinci sırada resmini ve methini görünce vay be
dedim, boşuna değilmiş!
O bir aşk kadını, aşkının peşinden kariyeri bırakıp şimdi Paris'te yaşayan Arzu ile Paul Bert hatırası
Tatlı müthişti bir yerde rastlarsanız deneyin
9. Cafe Les Philosophes ben Marais’yi çok seviyorum, her sokağı ayrı sürprizli, eğlenceli. Bu cafeye her gelişte gidiyoruz. Soğan çorbasını çok severim yine içtik, harikaydı. Tipik Fransızların gittiği bistro seversiniz, tavsiye ederim. 28 Rue Vieille Du Temple, Marais. Tel. 0033148874964
Cafe Les Philosophes - Soğan Çorbası
10. Geldik Gece Hayatına. Benim için eğlence canlı müzik demek,
Zeynep de tam bana göre bir program bulmuş. Bastille’de
... Nedense bu kadar geldim bir Bastille’i
görmedim derdim hep. Çocukluktan Bastille hapishanesi
falan bir yerden aklıma takılmış belki, merak ederdim. Geceleri tam bizim Taksim’in eski güzel hali
gibi. Gittiğimiz barda yine Amerikalı turist yaşıtlarım vardı. Hah dedim bunlar varsa doğru yerdeyim.
Gittiğimiz
mekanın adı Les Disquaires. Bastille'in Badaboum gibi bilenen kulüplerinin
olduğu Rue des Taillandriers'de. The Barry White Tribute-Rose Orchestra'ya
gittik. Gece hayatını canlı müzik, dj performanslarını www.lylo.fr Paris gece hayatı'ndan takip edip şehirde ne eğlence var bakınız. Gerçekten uzun yıllar sonra bizim 70-80'ler disco
gençlik şarkılarımızı zenci gırtlağından canlı dinlemek nasıl iyi geldi. Buranın programlarını takip
edin, çok tavsiye ederim.
Ups Upside Your Head ile Regine, Hidromel, Monacle diskoteklerinde
dans edenler online mı? Buyurunuz:)
Eğer Fransız yerel gençlikle house, groove, DJ performansı ile dans edeyim derseniz size Club Djoon'u tavsiye ederim, ben yaşça en büyüktüm galiba ama
yine özel bir geceymiş, nispeten bildiğim şarkılarla keyifle dans ettik.
Top 10’a giremese de dönmeden bir de alış veriş yapsam derseniz Val d’Europe aklınızda olsun, tavsiye ederim. Çok düşündüm değer mi diye ama yarım gün bile benim için efektif bir gün oldu. Her gün dışarı çıkmadan bir haberlere göz atın malum grevi bitmeyen bir memleket. Biz bir gün yapmadık, sabah trenle bir saat Versailles Sarayı'na gittik, tren saraydan önceki durakta durdu aktarma yaptıracaklar zannederken anonsu duyduk. Meğer saray grevden bir günlük kapanmış o da bize rastladı, giremeden geri döndük, nazar boncuğu oldu, artık bir dahakine kaldı... O hayalkırıklığıyla karar verip Versailles'den Val d'Europe'a devam ettim, çılgınca gelebilir ama Beylikdüzü-Pendik gibi düşünürsek lokasyonları, trenle bir aktarmayla 1,5 saat bile sürmedi. Maksat gün boşa geçmesin, bekleyenim de yok yollar, günler benimdi.
Markaların outlet mağazaları var ve Paris için çok uygun
fiyatları, %30-40 indirim vardı etiketlerden. Euro Disney’den bir durak önce, trenle/RER'le
gidiliyor. Faydalı bir bilgi denedim öğrendim, neden paylaşmayayım değil mi?
Val d'Europe - La Vallee Village Outlet
Tren istasyonundan çıkınca önce kapalı bir alış veriş merkezine giriyorsunuz,
sakın yanılmayın orası outlet değil. İstinye Park gibi kapalı kocaman bir AVM,
H&M Home, Zara, Hema gibi zincir mağazalar, kocaman bir Uniqlo vs. tüm bildik bilmedik mağazalar bir arada, bu bile güzeldi. Diğer kapısından İstinye Park gibi sokağa çıkıyorsunuz işte outlet orası. La Vallee Village - Hermès, Chanel, Louis Vuitton hariç dünyada ne kadar belli başlı marka
biliyorsanız hepsinin outleti sokaklara sıralanmış dükkanlarda, yalnız Paris için değil Avrupa için bile uygun
fiyatlıydı, gittiğime değdi.
En güneşli günü seçip Parc de Buttes-Chaumont'a gittik vaktiniz bolsa tavsiye ederim bu gölet ve parkı. Kanal Saint Martin'den Republic'e yürüyerek döndük, güzeldi, şehrin kuzey doğu tarafını da, Belleville'i de görmüş oldum. Bu ara bizim Karaköy gibi geceleri popülermiş Belleville.
Parc de Buttes-Chaumont
Kanal Saint Martin
İşte böyle hem çok gezmeli, bir yandan sabahları ve geceleri kızımın evinde iş yapıp yerleştirme, eksikleri tamamlama, sonra Paris
sokaklarında gönlümüzce gezmek çok keyifliydi. Planımız 2-3 gün Paris dışında güzel bir yere kaçmaktı Honfleur, Deville, Saint Malo vs. Normandiya kıyılarını gezecektik, ama Mart sonu lapa lapa kar yağınca yazlık yere gitmek hüzünlü geldi. Nasılsa kızımın doktorası bitene kadar yine kısmet olur umuyorum.
Bu klasik turu yapmadık sanılmasın, her seferinde illaki Sacre Coeur mabedim
Son bir ilave de bu cafe ve sokak olsun. Bizim Tünel'deki pasaja benzeyen pasaj sokak, çok eski, tarihi. St. Michelin sonunda Zeynep illa görmen lazım diyerek getirdi, gerçekten görülecek bir sokak, ve bu Cafe edebiyatçı ve sanatçıların buluşma merkeziymiş. Viyanada'ki sevdiğim Cafe Hawelka'ya benzettim, aynı hava vardı.
Cafe La Jacobine, 59 rue Saint Andre des Arts Passage du commerce saint andré des arts Odeon/St. Michel civarında çok tavsiye ederim
Epeydir bir Kapalıçarşı dosyası hazırlamak arzusundaydım. Her gidişimizde o dükkan neresiydi, çipil yüzükçü oğlanın dükkanın adı neydi vs.:) bir isim/adres soru trafiğidir gider, burada birleştireyim istedim. Küçükken annemle başladım gitmeye, hep severdim beni çok cezbederdi kuyumcular, küçük küçük dükkanlar, dehlizlerde dar sokaklarda hazine avı gibi adres bulmalar. Esnafın herkesi ismiyle tanıması... Farklı ve cazip bir dünyaydı. Belki hala altın gümüş olmayan, bijüteri takıya çok para vermemem anne öğretisinden gelir, "ıvır zıvır bijüteri alacağına bir tane al altın al". Üniversitede tam Kapalıçarşı kurdu olmuştum, çok severdim farklı sokakları keşfetmeyi, ufak tefek alışverişleri. O günlerden bugüne her gidişte uğradığım, yıllar içinde her yıl birkaç kere gittiğim, kızlarımı da sürüklediğim. Sonraları artık izin kullanarak sabahtan Kapalıçarşı programı yaptığım arkadaşlarımla keşfettiğimiz yeni yerler çoğaldı. Şimdi daha çok bir ritüel gibi uğradığımız dükkanla...
Merhabalar, bir süredir yazamadım hem şahsi hem memlekette güzel bir şey yazıp paylaşacak keyif olmadı. Uzun, sert ve zor bir kışın bizi beklediği belli olduğu tatsız günlerden bir gün önüme hiç bilmediğim bir dünyanın kapısı açıldı. Moralsiz bir günümde hazırlıktan liseye sıra arkadaşımla dertleşirken kısa sürede yaptığı porselen ve çini tabakları, çini sehpaları görünce inanamadım. Bana iyi geleceğini düşünüp, gittiği bir çini kursuna gitmemde ısrar edince refleksle "ben yapamam deli misin" dedim, güldüm geçtim. Yaptıklarını gördükçe: "Yok artık, seninle resim derslerinde ancak çöp adam çizerdik, sen bunları nasıl yapıyorsun" diyerek ağzım açık, çıktığı bu yeni yolculuğu hayranlıkla tekrar dinledim. Daha önce de biliyordum ama o gün ilk kez cesaretlendim. Ondan aldığım "büyütme gözünde, kolay, yaparsın" coşkusuyla bir an acaba olur mu diye geçirdim içimden. O beni ikna etti "teknik öğreneceksin, bak gör nasıl yapacaksın" d...
Merhabalar madem bu blogu bilgiyi paylaşmak, yaşadıklarımı, öğrendiklerimi aktarmak için açtım 8 aydır eşimle içinden geçtiğimiz MDS hastalığı ve kemik iliği nakli sürecini aktarmam şart oldu. Bugüne kadar Google’da bir hayırlı, olumlu hikaye okumadım MDS – Miyelodisplastik Sendrom hastalığı ile ilgili ne kadar Türkçe, İngilizce, Almanca, Fransızca metin varsa karşımıza çıkan hikayeleri, bilimsel sitelerde yazılanları okuduk. Ekşi sözlük hele ilk gece bitirdi beni Aplastik Anemi için “kanser olmadığına sevinemezsin” yazmıştı bir genç... Kendime söz verdim bizim sürecimiz nasıl gelişirse gelişsin öğrendiklerimi umut olması için yazacağım, Google’a bir kayıt düşeceğim dedim. Çünkü biliyorum adını duymadığınız, çok ender görünen bir hastalık teşhis olarak önünüze geldiğinde, doktorlar “bakmayın internete bilgi kirliliği” dese bile illaki bir araştırmak, okumak istiyorsunuz. En kötüleri de ilk sırada gözünüze giriyor. Bu konuda en iyisini eşim yaptı, hiç bakmak istemedi internete, tamame...
Yorumlar
Yorum Gönder